82. Venedik Festivali’nde notlar: Diktatörlüğün dikey ve yatay eksenleri
Hafta sonu, Lido adasında toplanan binlerce kişi, İsrail’in Gazze halkını aç bırakmaya ve topraklarını terk etmeye zorlayan savaş suçlarına karşı gösteri düzenliyordu.
Beklenenden daha yoğun bir kalabalık vardı. Festivalin yapıldığı geniş alanın girişinde konuşlanan polis kordonu aşılamadı ama göstericilerin gür sesleri yankı buldu.
Üstelik, eyleme destek veren tanınmış adlar da çoğalmış, “Venice4Palestine” girişiminin bir hafta önce yaptığı çağrıyı imzalayan sinema sanatçılarının sayısı 2 bine çıkmıştı. Daha ilk gün imza veren Ken Loach’a, Guillermo del Toro, Todd Fields, Michael Moore gibi isimler de katılmıştı. Ayrıca, incelikli, içten şiirselliğiyle duyarlı bir oda müziği tonundaki yeni filmi “Father Mother Sister Brother” ile 21 Altın Aslan adayı arasında yer alan Jim Jarmush bile, filminin yapımcısı Mubı’yi, İsrail ordusu ile işbirliği yapan Amerikan şirketi Sequoia Capital ile bir anlasma imzaladığı için eleştiriyordu.
Ancak, cephelerden gelen haberler, yakında ne Gazze’de ne de Ukrayna’da ateşkes beklendiği yönünde. Tam tersine, büyük savaşlara hazırlanıyor herkes. Avrupa Birliği ülkeleri silahlanmak için milyarlarca Avro yatırım yapmaya aylar önce başladı bile. Nükleer silahlara sahip ülkeler ise yarışı kızıştırıp durmaktalar. Halklar, her yerde, savunma sanayisinin gelişmesi için kemer sıkma politikalarının kaçınılmaz olduğuna inandırılmış durumda. Genel ekonomik durum zaten iyi değil; örneğin, turizm sektöründeki yavaşlama, Laguna üzerinde bile ciddiyetle hissedilir olmuş.
Bu konumda, kültür ve sanat alanındaki yatırımların küçüleceğini, sübvansiyonların azalacağını da herkes çok iyi biliyor.
Peki, ne yapmak lazım? Tepki göstermenin, her tür yerel ve küresel haksızlığa, yalana, manipülasyona karşı tavır alarak barışı ve demokrasiyi savunmanın yanı sıra küresel dengeleri bu kırılgan noktaya taşıyan dinamikleri sorgulayarak anlamaya çalışmak da giderek önem kazanmakta.
Fransız yönetmen Olivier Assayas (1955), bu soruya, ciddi bir kitabı uyarlayarak yanıt veriyor. İtalya başbakanı Matteo Renzi’nin bir süre danışmanlığını da yapmış olan siyaset bilimci, gazeteci ve yazar Giuliano da Empoli’nin (1973) üç yıl önce Fransa’da geniş yankılar uyandıran “Kremlin’in Büyücüsü” adlı kitabını sinemaya aktarıyor. Gerçek olaylardan, ciddi araştırma ve saptamalardan yola çıkarak çözümlemelere giden, yeni teoriler üreten bir kitabın filmini çekmek kuşkusuz çok zor. Ancak didaktik boyutun önemine, iç sesin kaçınılmaz kullanımına kadar bir dizi faktörün getirdiği ağırlığa karşın, özellikle güzel bir Putin portresi çizen İngiliz aktör Jude Law ile baş danışmanı Vadim Baranov’u incelikle canlandıran Paul Dano’nun başarılı yorumları, bu sürükleyici filmin çarpıcılığını daha da yoğunlaştırıyor.
Rusya bir yana, tüm küresel güçlerinin gerisinde sırıtan sert milliyetçi ve militarist temeller üzerinde yükselen dikey yapılanmaları görmek ve bu konuda kafa yormak, dolayısıyla da dünya gerçeklerini biraz daha derinlemesine kavrayabilmek için görülmesi gereken bir film “Kremlin’in Büyücüsü”. İzlenmesi pek kolay değil kuşkusuz.
Ancak, örneğin Kathryn Bigelow’un çok merak edilen son filmi “A House of Dynamite” gibi, heyecan verici hızlı televizyon dizilerinin klasik reçeteleriyle kotarılmış Netflix yapımı “A house of Dynamite” gibi boğucu, yorucu ve kafa bulandırıcı bir çalışma değil, tam tersine.
RAJAB’IN ACI ÖYKÜSÜ
Gazze ile başladık, Gazze ile bitirelim.
Bu çarşamba günü, Gazze gerçeği festival ekranlarında daha somut biçimde yankılanacak. Tunus asıllı Fransız kadın yönetmen Kaouther Ben Hania’nın, 29 Ocak 2024 tarihinde Gazze’de öldürülen küçük kız Hind Rajab’ın acı öyküsünü anlatan “Hind Rajab’ın Sesi”ni dinleyeceğiz.
‘YABANCI’ BEYAZPERDEDE
Bu yıl, Altın Aslan yarışında, romanlardan yapılan uyarlamaların, her zamankinden daha fazla yer aldığını gözlemliyoruz. Dünya gerçeklerinin giderek kaygı verici boyutlara ulaşması, edebiyatın başyapıtlarına karşı artan bir ilgiyi, hatta gereksinimi de beraberinde getirmiş belki de. Ve bu uyarlamalar içinde en başarılı olanı, cumartesi akşamı ödül töreninde sahneye çıkmasını beklediğimiz François Ozon’un (1967) başyapıtı “Yabancı”, Nobel ödüllü Fransız yazar Albert Camus’nün en önemli kitaplarından birinin özünü çok çok iyi aktarıyor izleyicisine. Yukarıda sözünü ettiğimiz dikey faşizan yapılanmanın ayakta kalmasını sağlayan sıradan yatay gergileri (dinsel öğretiler, ahlaki kurallar, katı yaptırımlar, toplumsal baskılar, tutucu alışkanlıklar, anlamsız kaygılar…) olağanüstü duyarlı bir sinema diliyle gözler önüne seriliveriyor. Albert Camus’yü keşke herkes yeniden dikkatle okusa, özünü, François Ozon kadar kavrayabilse. Kafka ve Camus, günümüzün karmaşık anlamsızlığını ne de güzel anlatmışlar.