TÜRMOB Genel Başkan Yardımcısı Yıldız, programın süresinin uzadığına dikkat çekti: ‘Sıkı para politikasında gidecek yol kalmadı’
Türkiye Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odalar Birliği (TÜRMOB) Genel Başkan Yardımcısı İrfan Hüseyin Yıldız Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
– Altında son haftada hemen her gün rekor gördük, İsrail Gazze ateşkesi sonrası düşüş oldu, kısa sürede gerçekleşen böyle bir artışın açıklaması var mı?
Altın fiyatlarındaki artış, elbette altına olan talebin yükselmesiyle oluşur. Ancak tarihsel olarak baktığımızda, altına olan talep artışının da daha çok uluslararası riskler ile ilgili olduğunu görüyoruz. Rezerv paraların konjonktürel olarak risk altında olduğu ya da öyle olduğunun düşünüldüğü dönemlerde güvenli liman olarak altına olan talepte artış olur. Yeni bir bölüşüm savaşının konuşulduğu, doların rezerv para konumunun tartışıldığı bu günlerde de altın talebinde artış oluştu. Bireysel taleplerdeki artışın yanı sıra birçok merkez bankası da altın rezervlerini artırma kararı aldı. Jeopolitik risklerin ve bölgesel gerilimlerin azalmaya başlamasıyla birlikte altın fiyatlarını aşağı çekebilecektir.
– Merkez Bankası Başkanı, enflasyonla ilgili olarak yastık altındaki altına dikkat çekti, payı var mı?
Enflasyon ile varlık değerleri arasında bir ilişki kurulması teorik olarak mümkün. Tasarruf sahiplerinin, gelirleri artmasa bile varlıklarının değerlerindeki artış nedeniyle, harcama artışına gitmeleri mümkün olur. Ancak, Merkez Bankasının bu gerekçeyi kullanması, kendi uyguladığı program açısından talihsiz. Demek ki tasarruf sahipleri mevcut faiz oranlarına rağmen Türk Lirası tasarrufunda bulunmayı ve faizde değerlendirmeyi tercih etmiyorlar. Diğer yandan, altın tasarruflarının toplam tasarruflar içindeki payı sanıldığı gibi çok da yüksek değil. Bu kapsamda, enflasyonu altın tasarrufu olanlar üzerinden açıklamak çok da makul bir gerekçe olmaz. Altının fiyatlarının dünya çapında artıyor olması da Merkez Bankası Başkanının, enflasyonu Türkiye’deki yastık altı üzerinden açıklamaya çalışmasını yetersiz kılmış görünüyor.
– Bu ay Merkez Bankası faizde nasıl bir adım atmalı, neden?
Eylül ayına ait enflasyon oranı, fiyatlar genel seviyesinde aşağı doğru yeni bir trend olup olmadığının sorgulanmasına yol açtı. Bu nedenle, söz konusu şüphenin ortadan kalkmasının beklenmesini ve Merkez Bankasının ilk toplantısında faizi sabit tutmasını faydalı görürüm. Ancak, iktidarın hedeflerini dikkate alarak, bu toplantıda da faiz indirim olasılığı olduğunu düşünüyorum.
– Kur daha ne kadar baskılanabilir, şu an gerçek fiyat nedir?
Döviz kurları 2024 yılından sonra, 2025 yılında da baskılanmaya devam ediyor. Bu da Türk Lirasını değerli hale getiriyor. Uygulanan ekonomik istikrar programının bir ayağı, kurun baskılanmasına dayanıyor. Durum böyleyken Merkez Bankası’nın kuru baskılamayı sürdürmesini beklerim. Gerçek fiyat, başlangıç seviyesini nereden aldığınıza bağlı olarak yapacağınız hesaplamalara ve modellemelere göre değişir. Kurların baskı altında olmaması halinde en az yüzde 10 -20 civarında yükselebileceğini düşünüyorum.
‘UYGULAMA ZORUNLUYDU’
– Sıkı para politikası ne kadar zaman uygulanabilir, bir sınır varsa Türkiye’de o sınır aşılmadı mı?
Sıkı para politikasının uygulanması bir zorunluluk idi. Ancak, programa başlarken hata yapıldığını düşünüyorum. Özellikle faizin ilk belirlenen seviyesinin yetersiz kaldığını ve ekonomide istenen etkiyi yapamadığı ortada. Daha sonra faizlerde yapılan artışlar da istenen etkiyi yaratmadı. Ekonomide daha hızlı bir yavaşlama, hatta sıfıra yakın büyümeye bir süre için razı olmak gerekiyordu. Oysa hükümet büyümeden vazgeçmedi ve programın etkisinin zayıflamasına yol açtı. Bu nedenlerle, sıkı para politikasının daha fazla sürdürülmesi zorlaşıyor. Bu şekilde giderse yeniden yüksek kur, artan enflasyon ve işsizlik oranını görme risklerinin oluşacağını düşünüyorum.
– Yeni ekonomi programının başlamasıyla dar gelirli büyük bedeller ödedi, neye yaradı?
Sıkı para politikasının temel hedefi, ekonominin yavaşlaması hatta küçülmesi, harcamaların kısılması yoluyla fiyatları kontrol altına almaktır. Bu süreçte genel refah seviyesinde de bir daralma görülebilir. Ancak, Türkiye’ de gelir dağılımı konusunda kronik bir problem bulunuyor. Sabit gelirlilerin milli gelirden aldıkları pay nispeten oldukça düşük. Bu durum, ekonomideki yavaşlamadan sabit gelirlilerin daha fazla etkilenmesine yol açıyor. Ücret artışlarının, enflasyonu kontrol altına almak iddiasıyla düşük belirlenmesi, dar ve sabit gelirlilerin sıkıntısını artırdı. Enflasyonda bir düşme olmasına rağmen, programın uygulanma süresinin uzaması ve istenen sonuçları vermemiş olması artık gidecek yol kalmadığını gösteriyor. Gelir dağılımı açısından bakıldığında da program istenen sonuçları vermedi.
‘İÇ CEPHE BÖYLE GÜÇLENMEZ’
– İşçi, memur, emekli ve sabit gelirli, yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşıyor, iflaslar ve konkordatolar artıyor. Böyle bir dönemde Türkiye’de iç cephe nasıl güçlenecek?
Ekonomik kalkınma ve ekonomik sürdürülebilirlik açısından bakıldığında, ekonomide ciddi sorunlar olduğu görülüyor. Kontrol edilemeyen enflasyon, gizli bir vergileme ve servet transferi rejimi gibi çalışıyor. Ekonominin bir dar boğazdan geçtiği, önceliğin ancak finansal istikrara verildi bir dönemde, bunun bedelini yoğunlukla ücretliler, emekliler, dar ve sabit gelirliler öderken, güvensizlikle birlikte sanayide de çarkların dönmediği, rant, hizmetler ve tüketim üzerinde görülen büyümenin, iflasları, konkordato ilanlarını ve işsizliği önlemediği bir atmosferde zenginler daha zengin olurken toplumun büyük bir kesimi derin bir yoksulluk ve yoksunluk yaşıyorsa, o ülkede iç cephenin güçlenmesi mümkün değildir.
– Bütün söylemlere rağmen Türkiye’de kayıt dışılığın önüne ne kadar geçilebildi?
Türkiye’de milli gelirin ne kadarlık bir kısmının kayıt dışı ekonomik faaliyetlerden kaynaklandığına ilişkin sağlıklı bir veri bulunmamakla birlikte, OECD ülkeleri ortalamasının ve yüzde 20’nin üzerinde olduğuna dair bir kabul bulunuyor. Bunu, kaçak mülteci sayısından, çeşitli meslek gruplarının vergi matrahı beyanlarından, vergi incelemelerinde ortaya çıkan matrah farklarından, sanal bahis ve uyuşturucu ticareti operasyonlarından anlıyoruz. Özellikle son yıllardaki matrah artırımı ve varlık barışı düzenlemeleri de bunu gösteriyor. Ayrıca daha önce Türkiye’nin FATF (Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu) tarafından Gri listeye alınmış olması da önemli bir gösterge diye düşünüyorum. Kayıt dışılıkla mücadelede başarı tatmin edici gözükmüyor ama Maliye İdaresi’nin son yıllarda dijital dönüşümden istifade ederek elde ettiği veriler üzerinden daha hızlı aksiyon aldığını söyleyebilirim.
– Sürekli gündemde olmasına karşın vergide adalet sağlanmıyor, vergi adaleti sağlanırsa Türkiye ne kazanır?
Vergi adaleti ve bütçe hakkı,1215 Magna Carta Belgesi’nden beri yurttaş olmanın temel unsuru oldu. Bir ülke zor bir dönemden geçiyorsa harcamalarının temel kaynağı ve finansmanının vergilerden karşılanması esastır. Ancak bu vergilerin herkesten mali gücüne göre adil toplanması, harcamaların keyfi değil ve hesap verilir olması gerekiyor. Türkiye’de vergilerin yüzde 80 kaynakta ve dolaylı vergi olarak toplanıyor. Beyannameli sistem zayıf olduğu için vergi adaletinden de söz edemiyoruz. Ayrıca son yıllarda bütçenin temel ilkelerine uyulmadığı ve Meclis adına harcama denetimi yapan Sayıştay’ın işlevsiz hale getirildiği dikkate alınırsa, vergi yükünün paylaşılması konusunda toplumsal bir rızanın üretilemediğini de söyleyebilirim. Türkiye için her alanda adaletin sağlanması önemli. Aristoteles’in deyimiyle; adalet, erdemlerin bütünüdür, adaletsizlik ise kötülüğün bütünüdür.
‘SANAYİ YATIRIMLARI YETERSİZ’
– Ekonomide öncelikli mücadele edilmesi gereken sorun nedir, nereden başlanmalı?
Türkiye, büyüme konusunda sürekli olumlu rakamlar açıklamasına rağmen en öncelikli probleminin büyümenin kalitesi olduğunu düşünüyorum. Türkiye, özellikle sanayi yatırımları konusunda çok yetersiz kalıyor ve dolayısıyla istihdam yaratmada da başarısız oluyor. Ağırlıklı olarak hizmetler sektörü üzerinden büyüyor. Bu nitelikteki bir büyümenin gelir dağılımı sorununu çözmesi de zor. Diğer yandan, adalet, eğitim demokratik alanlarda yapılması gereken reformların büyüme açısından öneminin kabul edilmesi ve gereğinin yapılması önemli.
‘GÜVEN KAYBI OLUŞTU’
– MÜSİAD başkanı, asgari ücret artışı ile ilgili, beklenen değil gerçekleşen enflasyon ile zam ve milli gelirden pay istedi. Kamuoyunda iktidara yakınlığı ile bilinen MÜSİAD’ın söylemi nasıl okunmalı?
MÜSİAD Başkanı, ücretlerin gecikmeli de olsa enflasyon karşısında reel olarak erimesini engellemek gerektiğini söylüyor. Ayrıca milli gelir artışını sağlayan sadece sermaye değil, çalışanların da payı olduğunu, dolayısıyla bu paylarının da verilmesi gerektiğini söylüyor. MÜSİAD Başkanının açıklaması, işveren örgütünün temsilcisi de olsa sürdürülebilir bir ekonomik sistemin topyekûn bir kalkınma modeline dayanması gerektiğini, sınıflar arasında derinleşecek bir eşitsizliğin, gelir ve servet dağılımı bozukluğunun uzun vadede ülkeye zarar vereceğini görmüş olması nedeniyle kıymetli. Elbette son yıllarda tahmin edilen ya da beklenen enflasyon oranlarının hiç tutturulmuş olmamasının verdiği bir güven kaybının da oluştuğunu söyleyebilirim.
– Esnafa maliye bakanlığından gelen yazılardan söz ediliyor, vergi mükelleflerinde oluşan bir panik gözleniyor, bunun anlamı nedir?
Maliye Bakanlığı Vergi Denetim Kurulu’nca KURGAM (Kuruluş Gözetimli Analiz Sistemi) üzerinden hem mükelleflere hem de mali müşavirlerine sahte belge düzenleme riski olan firmalarla ilgili yazılar gönderildi. Birçok kamu kurumunun dijital veri havuzundan elde edilen veriler analiz edilerek tespit edilen sahte belge düzenleme riski olan firmalar, alıcı firmalara bildirilerek, kendi durumlarını gözden geçirmeleri isteniyor. Aynı bildirim bu firmaların mali müşavirlerine de yapılıyor. Bu nedenle de özellikle 1 Ekim 2025’ten sonra sahte belge kullananlar açısından “bilmeden kullandım” devrinin kapanacağı iddia ediliyor. VDK’nın dijital verileri kullanarak sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme ve kullanmanın önüne geçmeye çalışması, aynı zamanda kayıt dışı ekonomiyle de mücadelenin de bir parçası. Ancak burada mükellefe hatalı bildirimler nedeniyle maddi ve manevi bir zarar verilmemeli, hukuk içinde kalınmalı. Ayrıca onca iş yükü altında ezilen meslek mensuplarına yüklenen bu ilave iş nedeniyle de ücret tarifelerinde bir karşılık konmalıdır diye düşünüyorum.
MUHASEBECİYE ‘İHBAR’ GÖREVİ
– Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), son olarak muhasebeci ve mali müşavirlere şüpheli işlem bildiriminde bulunma yükümlülüğü getirdi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
MASAK tarafından 5549 Sayılı “Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun” uyarınca, mali müşavirlere getirilen yükümlülükle ilgili bir rehber yayımladı. Ancak kanun kendisi mali müşavirleri yükümlüler arasında saymıyor. Ayrıca Kanunun 4. Maddesi “Yükümlüler nezdinde veya bunlar aracılığıyla yapılan veya yapılmaya teşebbüs edilen işlemlere konu malvarlığının yasa dışı yollardan elde edildiğine veya yasa dışı amaçlarla kullanıldığına dair herhangi bir bilgi, şüphe veya şüpheyi gerektirecek bir hususun bulunması halinde bu işlemlerin yükümlüler tarafından Başkanlığa bildirilmesi zorunludur” deniyor. Ancak belge kaydı yapan muhasebecinin ya da aylar sonra denetim yapan mali müşavirin nezdinde veya aracılığıyla yukarıdaki malvarlığı edinme işlemlerinin yapılması fiilen mümkün değil. Öte yandan yayımlanan rehberde subjektif değerlendirmeye açık birçok düzenleme bulunuyor. Yanlış yorumlamaya dayalı olarak meslek mensuplarının müşterilerini ihbar etmesi, ticari hayatta telafisi zor olan sonuçlara neden olabilir. Kasım ayında FATF (Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu) tarafından Türkiye’de inceleme değerlendirmelerde bulunacağı ifade ediliyor. Bu nedenle öncesinde alelacele yapılan bu düzenlemelerin, gözden geçirilerek doğru hukuki ve fiili bir zemine oturtulması gerektiğine inanıyorum.
‘NİSPİ TEMSİL YÖNETİME ENGEL’
– 18-19 Ekim tarihinde TÜRMOB’un Genel Kurulu yapılacak, siz de TÜRMOB Genel Başkan Yardımcısısınız ve bu seçimlere Genel Başkan adayı olarak gireceksiniz. TÜRMOB seçimlerinde diğer meslek birliklerinden farklı olarak nispi temsil yöntemi uygulanıyor, yönetimde bunun sıkıntıları yaşanıyor mu?
Türkiye’deki 7 adet akademik meslek birliğinin hiçbirinde seçimli kurulları nispi temsille seçilmiyor. 2008 yılında 3568 sayılı yasamızda yapılan değişiklikle bizde nispi temsil yöntemi getirildi. Başlangıçta baktığınızda farklı görüşlerin ve farklı grupların temsil edilmesi iyi bir şeymiş gibi gözükse de fiili birçok soruna da neden oluyor. Örneğin birçok az üyeli odamızda yaşadık, üç yönetim kurulunun her biri, bir grup çıkarıyor. Üçü de birbiriyle anlaşamadığı için aylarca yönetim kurulunda görev dağılımı yapılamıyor. Ya da yönetim kurulunda azınlıkta kalan grupların temsilcileri, çoğunluk grubun odayı ya da birliği yönettirmeme stratejisi güdebiliyor. TÜRMOB’da işlevsel bir Meclis oluşturulabilir, sanayi ve ticaret odalarında olduğu gibi, bu mecliste bütün gruplar aldıkları oy oranında temsil edilebilir ama icra noktasında yönetimde nispi temsil, yönettirmemeye neden olduğundan, bu durumun bütün meslek mensuplarının da zararına olduğu fikrindeyim.
‘TRUMP NOBEL ALAMAMASINI ZAFERE DÖNÜŞTÜREBİLİR’
– ABD Başkanı Trump’ın ekonomik politika tercihleri, Türkiye ekonomisini nasıl etkiliyor?
Şu anda pek bir etkisi yok. Olumlu etkileyecektir beklentilerinin test edilmesi gerekiyor. Bunun güçlü ipuçları henüz yok.
– Trump çok istediği Nobel’i alamadı, bu Trump’ın politikalarını ne kadar etkiler, öngörünüz nedir?
Nobel Komitesi, siyasi pazarlık veya medyatik başarıdan çok sürdürülebilir barış, diplomasi ve kurum inşası gibi kriterlere bakıyor. Trump’ın başkanlığı döneminde, Paris İklim Anlaşması ve Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) ayrılma kararları alındı. Temel insan hakları konusunda duyarlılığı yok. Yine de Trump bunu büyük ihtimalle kişisel bir “haksızlık” olarak görecektir. Nobel Komitesi’ni taraflı olmakla suçlayabilir. Ayrıca popülizm yaparak, işin içine derin devlet, küresel elitler veya “Anti-Amerikan çevreler” karıştı diyerek kendi taraftarlarını konsolide etmeye çalışabilir. Böylece uzun vadede bu durumu başka bir zafer anlatısına dönüştürebilir.
PORTRE
1985’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Yeditepe Üniversitesi’nde İngilizce Muhasebe ve Finans dalında yüksek lisans yaptı. İstanbul, Köln, Londra, Belçika ve Tampa’da yabancı dil eğitimi aldı. Üniversiteden mezun olduğu yıl Hesap Uzmanı olarak görev başladı. Sonrasında Çukurova Holding A.Ş.’de Denetim Koordinatörlüğü görevinde bulundu. Ticaret Bakanlığı’nda 5 yıl boyunca Reklam Kurulu Üyeliği yaptı. 1995’te kendi şirketini kurdu. TÜRMOB’da Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevini sürdüren Yıldız, , Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyesidir.
FOTOĞRAFLAR: VEDAT ARIK