Ücret pazarlığında geri sayım başlarken hem işçi hem işveren endişeli: Emekçinin asgari çıkmazı
Milyonların kaderini belirleyecek asgari ücret için geri sayım başlarken çalışanların da işverenlerin de gözü kulağı Ankara’da. Ekonomi politikaları dikkate alındığında tahminler yüzde 20 veya 25 civarı bir zam oranında yoğunlaşıyor. Beklenen enflasyonla sınırlı bir zammın “sefalet” demek olduğunu anlatmaya çalışan işçi temsilcileri de maliyetlerden dert yanan işveren tarafı da endişeli. TÜRK-İŞ komisyonun yapısının değiştirilmesine ilişkin iktidardan yanıt bekliyor. DİSK ise asgari ücret sürecine dair talep ve eleştirilerini bugün paylaşacak.
Çalışma ekonomisi uzmanı Prof. Aziz Çelik, Türkiye ekonomisi büyürken çalışanların milli gelirden aldığı payın 50 yıl önceki yüzde 80’den yüzde 43’e gerilediğini hatırlatıyor. 2026 asgari ücret tartışmalarının komisyon yapısına sıkıştığını ifade eden Çelik’e göre asıl sorun ücretin nasıl belirleneceğine dair bağlayıcı kuralların olmayışı. Anayasanın çalışanların geçim şartları ve ülkenin ekonomik durumunu esas aldığını hatırlatan Çelik, yeterli yasal ve ikincil mevzuat düzenlemesi olmadığı için hükümetin keyfi davrandığını savunuyor.
Çelik’e göre, “yoksulluk sınırının yarısından az olmaması” ilkesi benimsenmeli ya da kişi başına gelir dikkate alınmalı, yüzde 60- 80 arasına endekslenmeli. Çelik’in yorumu şöyle: “Buna göre 2026 ücreti 40 bin ila 50 bin TL olabilir. Bu düzey, ekonomik büyüme ile tamamen uyumlu. Asgari ücret işvereni değil işçileri korumayı amaçlar. Ticari faaliyet yürüten bir şirketin bunu karşılayamaması düşünülemez. Franklin Roosevelt’in dediği gibi, varlığını asgari geçim ücretinden daha az ödeme yaparak sürdüren hiçbir işletmenin faaliyet gösterme hakkı olmamalı”
“YÖNTEMLERİ EMEĞE SALDIRI”
Siyasal iktisatçı İnan Mutlu’ya göre de asgari ücretin bugün açlık sınırının sadece yüzde 75’ini karşılayacak düzeyde olması, çalışanların ücretlerine önümüzdeki dönemde “daha yüksek perdeden saldırı olacağının kanıtı”. Çok sıkıntılı bir sürecin kapıda olduğunu belirten Mutlu, “Sermaye ve iktidar kârlılık krizini aşmak için her tuşa basıyor” derken iş dünyasında son zamanlarda sıkça dillendirilen “bölgesel asgari ücret” ve “kıdem tazminatı fonu” talebine karşı tepki gösteriyor:
“Bu uygulamalar 2000’den beri Dünya Bankası’nın Türkiye’ye önerdiği yapısal reformlar. Amaç ülkenin belirli bölgelerini Bangladeş, Pakistan, Mısır gibi ucuz emek cennetlerine çevirmek.” Ekonomist Arda Tunca ise “Düşük ücret ne yatırımı artırır ne de ekonomiyi düzlüğe çıkarır. Aksine iç talebi vurur, gelir dağılımını bozar, sosyal gerilimi büyütür” uyarısını yapıyor. İşveren açısından asıl sorunun maliyet değil belirsizlik olduğunu vurgulayan Tunca, bunun temel nedenini, “siyasetin toplumsal mutabakat üretme kapasitesini kaybetmiş olması” olarak açıklıyor; “Kriz, emeğin daha fazla yoksullaştırılmasıyla değil, kârın yeniden paylaşılmasıyla aşılabilir” diyor.
YANLIŞ TEŞHİS, YANLIŞ REÇETE
İçinde bulunduğu ekonomik kıskaçta iş dünyasının ilk sıradaki şikayetlerinden biri, fazla arttığını düşündükleri asgari ücret.
İktisatçı Prof. Sinan Alçın ise son dört yılda esas sorunun enerji maliyeti ve baskılanan kur nedeniyle satış potansiyelindeki azalış olduğunu vurguluyor. İstihdam kaybındaki artışın da potansiyel alıcıların azalması demek olduğunu belirten Alçın ekliyor: “Yüksek enflasyon dönemi başlangıçta şirketler açısından muazzam kar artışı ortaya çıkarttı ancak sonra yüksek enflasyonun yarattığı belirsizlik ve maliyet artışları işletmelerin kârlarını sıkıştırdı. Geçen yıla ilişkin İSO 500 içinde yer alan firmalardaki rekor bilanço zararları da bunun göstergesi. İşveren açısından ücret zam oranından ziyade, sürdürülebilir ve güvenli yatırım ikliminin tesisi daha büyük önem taşıyor.”








