Barış mı, bir sonraki raunda hazırlık mı?

Barış mı, bir sonraki raunda hazırlık mı?

Gazze’deki yıkımın ardından ilan edilen ateşkes ilk bakışta bölgeye kısa süreli nefes aldırmış gibi görünse de bu geçici sükûnetin ardında çok daha geniş bir jeopolitik hesaplaşma yatıyor. İsrail, yedek birliklerinin tükenmesiyle oluşan stratejik boşluğu, muhtemelen Lübnan ve İran dosyalarını yeniden gündeme alarak dolduruyor. ABD’nin bölgedeki askerî varlığını artırması, hava ikmal uçaklarının konuşlandırılması, hava savunma sistemlerine takviye yapılması ve Körfez’deki güvenlik protokollerinin güncellenmesi hamleleri yaklaşan bir operasyonun hazırlıkları gibi duruyor.

İRAN DOSYASI YENİDEN

İsrail yıllardır Washington’u İran’la doğrudan bir çatışmaya sürüklemeye çalışıyor. 1990’lardan bu yana İsrail’in dış politika öncelikleri arasında İran’ın nükleer kapasitesinin sınırlandırılması ve mümkünse rejim değişikliğinin tetiklenmesi yer aldı.

Tahran, nükleer silah geliştirmediğini ısrarla savunuyor; Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’yla denetim işbirliğini sürdürüyor. Buna karşın İngiltere, Fransa ve Almanya’nın “snapback” mekanizmasını devreye sokmasıyla Kapsamlı Ortak Eylem Planı fiilen ortadan kalktı. İran hâlâ diyalog kanallarını açık tutsa da içeride “önleyici saldırı” söylemi giderek güçleniyor. Batı’nın diplomasiye dönüş çağrıları ise sahadaki askerî hazırlıklarla çelişiyor.

ABD’nin Ortadoğu’daki askerî hareketliliği yalnızca İran’ı değil, bölgedeki tüm güç dengelerini etkiliyor. 12 adet KC-135 havada yakıt ikmal uçağının sevki, ABD’nin olası bir hava harekâtının lojistik altyapısını güçlendiriyor. Irak’taki iki üssün boşaltılması ise ya doğrudan bir cephe hattı kurma niyeti ya da İran’ın vekil güçleri olan Haşdi Şabi milislerinin saldırılarından kaçınma stratejisi olarak okunabilir. Washington tüm bunları savunma tedbiri olarak tanımlasa da bölgedeki hazırlıkları, çok daha kapsamlı bir senaryoya işaret ediyor. Bu tablo, 2000’lerin başındaki önleyici müdahale doktrinini hatırlatıyor.

Avrupa’nın bu süreçteki rolü, belirleyicilikten ziyade yansıtıcılık. Brüksel, Washington’un çizdiği hattı neredeyse koşulsuz takip ediyor. Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in “İsrail, hepimiz adına kirli işleri yapıyor” sözleri, bu zihniyetin özeti niteliğinde. Avrupa’nın riskleri dışsallaştırarak güvenliğini vekalet üzerinden koruma alışkanlığı, kıtanın jeopolitik etkinliğini daha da zayıflatıyor. İran’a yönelik saldırılarda, Avrupa temsilcileri “Tahran’ın misilleme yapmaması gerektiğini” vurgularken saldırgan tarafı neredeyse hiç sorgulamıyor.

YENİ BİR SAVAŞIN MOLASI MI?

Zaman çizelgesi dikkat çekici bir tutarlılık sergiliyor. 2024 yazında Gazze’de ilerleme durduğunda, İsrail Lübnan’a yönelmişti. Ekim 2024’te Beyrut ve güney Lübnan’a binlerce hava saldırısı düzenlendi. 2025 başında ise Hamas’la yapılan ateşkes, cephede yorgun düşen yedek birliklere nefes aldırdı. Şimdi benzer süreç yeniden işliyor; Gazze’deki duraklama, Lübnan’a ve İran’a odaklanma fırsatı yaratıyor. Netanyahu yönetimi, İran’ın New York’u vurabilecek menzilde nükleer başlık geliştirdiğini iddia ediyor. Tahran’dan gelen yanıt ise kısa ve net: “Menzil sınırlaması yok”. Bu restleşme, bölgedeki gerilimi yeniden tırmandırıyor. Dolayısıyla şu soru kaçınılmaz hale geliyor, Gazze’deki ateşkes, gerçekten bir barış mı, yoksa yalnızca yeni bir savaşın molası mı?

ABD’nin tek kutuplu liderliği artık geride kaldı. Çin ticaret yollarının güvenliğini, Rusya enerji ağlarını, Hindistan ise çok taraflı denge siyasetini önceliyor. Batı dışı dünya, Washington’un çağrılarına eskisi kadar duyarlı değil. Ancak ABD hâlâ 20. yüzyıl refleksleriyle hareket ediyor, güç kaybı yaşandığında diplomasiye değil, silahlı kapasiteye sarılıyor. Bu da barış arayışlarını daraltıyor, zorlayıcı diplomasiyi normalleştiriyor.

YENİ HESAPLAR

Gazze’deki ateşkesin geleceği, yalnızca İsrail ve Filistin arasındaki dengelere değil, tüm bölgesel mimarinin yeniden kurulmasına bağlı. Lübnan ile varılan ateşkesi 11 ayda 4600 defa ihlal eden İsrail beklendiği üzere Gazze’deki ateşkesi de her gün ihlal etmeye devam ediyor. Görünen o ki bu düzen ABD-İsrail liderliğini dayatan, güçle hizaya getirdikleri bölgenin boyun eğmesi üzerine olacak. Eğer bölgedeki aktörlerden biri “hizadan çıkacak” olursa bu ateşkes bir sonraki savaşın molası olarak tarihe geçecek.

İran üzerindeki baskı artarken diplomatik kanalların daralması, Ortadoğu’yu yeniden yüksek gerilim hattına taşıyor. Bu süreçte en büyük risk, hiçbir tarafın artık “geri adım” atacak alanının kalmamış olması. Eğer Ortadoğu’da bir savaş daha çıkarsa kimse “Bilmiyorduk” diyemez. İşaretler açık, hazırlıklar ortada, diplomasi ise sessiz. Tarih, bu kez barışı mı yazacak, yoksa yeni bir felaketi mi?