Multidisipliner sanatçı Nihan Belgin’in yeni şarkısı ‘Ruhuna Bi’ Kadeh Koy’: Karanlığa karşı umut

Multidisipliner sanatçı Nihan Belgin’in yeni şarkısı ‘Ruhuna Bi’ Kadeh Koy’: Karanlığa karşı umut

Belgin, kulaklarımızın Erkin Koray’dan duymaya çok alıştığı “Çöpçüler” şarkısını yeniden yorumladı ve “Gece Oldu”, “Zeus Çok Kızgın”, “Kozmos”, “Jüpiter Fırtınası”, “Ayık Olmak İstemem”, “Bu Bir Cinayet” şarkılarının yanına, “Ruhuna Bi’ Kadeh Koy” şarkısını ekledi. Şarkıyla Belgin, dinleyiciye hem içsel bir hikâye hem de günlük yaşantımızın kaosuna karşı bir umut alanı yaratma gayreti içerisine giriyor. Şarkı da cesareti, kendine dürüstlüğü ve yeniden başlama arzusunu odağına alıyor, Bu yanıyla düşündürüyor; enerjik atmosferiyle de ayağa kaldırmaya olanak tanıyor.

Belgin, şarkının klibinin yönetmenliğini de üstleniyor. Klip, kentsel dönüşüme giren gerçek bir evin mimari bir müdahaleyle dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan özel bir mekânda çekilmiş.

Belgin ile hem yeni şarkısını hem de yeni projelerini konuştuk.

‘ANLATACAKLARIM VAR’

– Yeni şarkınızdan başlayalım: ilmamı nereden doğdu?

Aslında fikri prodüktörüm Yiğit Keven ortaya attı. “Bir motivasyon şarkısı yapsak ya,” dedi.

İlk başta yadırgadım çünkü genelde daha karanlık öğelerden besleniyorum. Aydınlık bir şey anlatacaksam bile, oraya hep o karanlıktan geçerek varıyorum.

Ama sonra fark ettim ki aslında tam da böyle bir dönemdeyim; kendimi yeniden ayağa kaldırdığım, üzerimdeki yükleri bırakıp nefes almaya çalıştığım bir süreç. Artık hayata daha motive eden bir yerden bakıyorum. O yüzden “Evet,” dedim, “anlatacak bir şeylerim var.” Ve düşündüm; son dönemde içimiz öyle karardı ki, belki de hepimizin biraz kendine kadeh kaldırmaya ihtiyacı var.

– Bir umut ışığı arayanlara merhem, diyebilir miyiz?

Evet, gerçekten de bazen karalar bağladığımızda, bir kişi bile bu şarkıyı açtığında içinde küçük bir umut ışığı yanarsa ne mutlu bana. Sanatın o tarafını özellikle müzikte daha çok hissediyorum. Sinemada belki bu kadar belirgin bir şey değil ama müzik çok anlık bir şey; o anda dinliyorsun ve hemen bir duygu yaratıyor.

– “Korkma sakın yenilmekten/ kırılmaktan, dökülmekten”. Samuel Beckett havası söz konusu. Felsefenin üretimlerinize nasıl bir katkısı var?

Aslında siz söyleyince fark ettim, gerçekten var. Felsefe ve mitolojiye her zaman ilgim oldu; özellikle varoluşçuluk düşüncesi beni çok besliyor. Bu şarkıyı yazarken özel bir felsefi referansım yoktu ama ister istemez o düşünce biçimi bir yerlerde açığa çıkıyor sanırım.

‘FARKLI BİR ANLAM KAZANDI’

– Klibin çekildiği yer yıkık bir ev. Şarkı ile nasıl bit bağı var?

Şarkı yeni tamamlanmıştı, klip içinse aklımda henüz net bir fikir yoktu. Her şey aslında tesadüfen başladı. Bir gün arkadaşım Taylan Mutafoğlu bana, kendi gerçekleştirdiği bir mimari projeye dair sergi davetiyesini gönderdi. Davetiyedeki görseller beni hemen içine çekti; tanıdık ama başka bir ruha bürünmüş bir yer gibiydi. Sonra öğrendim ki orası Taylan’ın babaannesinin, kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılmak üzere olan eviymiş. O hikâyeyi duyunca içim kıpırdadı. O evin geçmişle kurduğu bağ, Taylan’ın oraya kattığı anlam ve mekânın dönüşmüş hâli bana şarkının ruhunu hatırlattı.

Çünkü “Ruhuna Bi’ Kadeh Koy” da aslında biraz böyle; ne yaşamış olursak olalım, kendimize yeniden şans verebilmekle ilgili.

Bir daha var olmayacak bir evde, son kez bir sahne kurmak fikri çok etkileyiciydi. O evde geçmişe, kırgınlıklara ve hayata aynı anda kadeh kaldırdık. Şarkı o mekânla birlikte farklı bir anlam daha kazanmış oldu.

– Yeni şarkınızla birlikte yedi tekliniz ve bir yeniden yorumladığınız şarkı var. Bir albüm düşünüyor musunuz?

Evet, albüm yapma fikri uzun süredir var. Kafamda yavaş yavaş şekillenmeye başladı.

Başarabilirsem biraz konsept bir albüm olmasını istiyorum; çünkü artık teklilerle bir hikâyeyi parça parça anlatıyoruz. Albümle birlikte o hikâyeyi bir bütün hâline getirmek ve belki de farklı müzikal alanlara, alt türlere dokunmak istiyorum.

‘BASKI, MÜCADELE ALANI YARATIYOR’

– Sizin için multidisipliner bir sanatçı desek yanılmayız. Yönetmenlik, oyunculuk, yapımcılık. Müzik bu sinema yolculuğunun arasında nerede duruyor?

Aslında müzik hayatıma sonradan dahil olmadı; çocukluğumdan beri oradaydı. Babamın dinlettiği albümlerle çok küçük yaşta tanıştım müzikle. Uzun yıllar sinema ön plandaydı ama müzik hiç uzaklaşmadı.

Klasik gitar ve şan dersleri aldım ama hep sezgisel bir yerden ilerledim müzikte. Zamanla kendi kayıtlarımı yapmaya başladım ve olgunlaştıkça “Sanırım artık müziğimi de paylaşmam gerekiyor,” diye düşündüm. O noktada müzik benim için yeni bir ifade alanına dönüştü.

– Sinema ile ilgili bir proje var mı yakın zamanda?

Sinemayı çok özledim; artık orada da bir şey üretmem gerektiğini hissediyorum. Bu yaz bir uzun metraj senaryo yazdım, Kasım ayında çekilecek. Yönetmenliğini Biket İlhan yapıyor. Bir kasaba öyküsü, kadın dayanışması üzerine. Bir yandan da kendi filmimi yazıyorum. İki yıldır aklımda dönen bir proje bu. Varoluş, sistem içinde sıkışmışlık ve bireyin ağırlığı üzerine…

Kısaca, “var olmanın dayanılmaz hafifliği”nin tam tersini anlatıyor diyebilirim.

– Hafifliği mi? Ağırlığı mı?

Yani ağırlığı aslında. Bir tür ters okuma gibi, hafifliğin değil, ağırlığın hikâyesi bu.

– Türkiye’de sanat hiçbir zaman kolay olmadı, hem maddi olarak hem de manevi olarak. Sanatın ve sanatçının bu kadar baskılandığı ortamda bir şeyler üretebilmek size nasıl hissettiriyor?

Bazen gerçekten çok kötü hissediyorum, ama bir yandan da bu durum beni daha da kamçılıyor. Çünkü baskı, aynı zamanda bir mücadele alanı yaratıyor. O mücadele isteği insanın içinden çıkıyor. “Tamam, o zaman daha çok üretmeliyiz,” dedirtiyor bana.

“Baskı geldi, dükkanı kapatalım” gibi değil; tam tersine, “Madem böyle bir dönemden geçiyoruz, o zaman tam karşısında durmalıyız,” diye düşünüyorum.

Son yıllarda bunun en güçlü yolunun üretmek olduğuna inandım. Belki daha huzurlu bir dönemde olsak daha sakin üretirdim ama bugün üretmek bile başlı başına bir direniş biçimi bence.